Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

31 Ocak 2009 Cumartesi

BEN ASKTAN SOZ ETMEYI BILMEM...

Hava cok soguk.. Gunesin yuzunden yalancilik akiyor.. Isigi var ama sicakligi burada degil.. Roma’nin en guzel meydanlarindan birindeyim ve Tommaso’yu bekliyorum.. Tommaso, psikiatri uzmani.. Bir Italyan nasil tanimlanirsa uzaklardan, o tanimlara uyuyor.. Yani esmer, yakisikli, cok bakimli, cok iyi giyiniyor, iyi yemekten anliyor, kapali yerlerde gunes gozlugu takiyor, cok fazla cep telefonuyla konusuyor ve cok capkin bir erkek.. Sicilyali.. Italya’ya geldigim ilk yillardan beri arkadasim.. Canli, neseli ve keyifli bir insan.. bir arkasimla birlikte gelecegim.. Seversin, cici bir kizdir diyor..

Piazza del Popolo’dayim.. Ikiz kiliselerin hemen yaninda, cok sevdigim, uzaklardan gelen sevdiklerimi getirdigim bardayim.. Hava buz gibi ama disardaki masalar hemen hemen dolu.. Bir yandan kahve-konyak iciyorum, bir yandan da yanimdaki doner soba her bana dogru dondugunde ellerimi ona dogru uzatiyorum.. Sobanin benden uzaklastigi kisacik zaman dilimlerinde, keskin soguk yuzumu yakiyor..

Tam o sirada sarmas dolas bir cift geliyor.. Erkek, benim masamdaki kul tablasina sigarasini sondurup, oturacaklari masayi secer secmez, benim yanimdaki sobayi alip kendi masasinin yanina ceviriyor.. Garsonla goz goze geliyoruz.. Hemen kenardaki baska bir sobaya dogru seyirtiyor.. Elimle gelmesini isaret ediyorum.. Cebimde az once aldigim kitabin para ustu duruyor hala.. Kagit parayi bukup avucuna koyuyorum ve yavasca ben o sobayi istiyorum diyorum.. Lutfen.. Sobam geri geliyor.. Sonra kalkip kul tablasini yavasca masalarina birakip, “izmaritinizi benim masamda unuttunuz” diyorum.. Saskinca tesekkur ediyor bir de.. Ben de kendime hayret ediyorum o sirada..

Ben bu meydani cok seviyorum.. Ikiz kiliselerini, cesmesini, soylulugunu, hemen arkasinda Roma’nin en “elegan” magazalarinin varligini degil yalnizca.. Bu meydanin yasamimdaki ozel anlamini seviyorum.. Yillar once Roma’da beni bir aksam cikmaya ikna edebilen, genc, konuskan, heyecan dolu goz doktorunun, niye yanindaki doktor cantasini arabada birakmadigini, cantanin icinden gelen cam singirtilarinin ne olabilecegini dusunurken ben, meydana yukaridan bakan parmakliklarin onunde duruyoruz ve cantadan kucuk bir ortu, iki konyak kadehi, bir sise Hennessy konyagi ve bir termos kahve cikiyor….. Uzaktan Vatikan’in kubbesi gozukuyor..

Tommaso geliyor.. Sevecegim, cici kizla beraber.. Telefonu caliyor o anda ve uzaklasiyor masadan.. Cici kiza nasilsiniz dememle hungur hungur aglamaya basliyor.. Ben daha “hay allah, cantam nerde, mendil, su getirirmisiniz” filan demeye kalmadan, butun hikayeyi bir solukta anlativeriyor.. Siradan bir aldatilma hikayesi.. Siradan olmayan tek sey, ortada ikiden fazla kadin olmasi ve kadinlarin da hepsinin birbirleriyle tanisiyor olmalari..

O aglayip duruyor, benim icimden gulmek geliyor.. Hem “cici kiza” uzuluyorum hem de durumu cok komik buluyorum.. Kadinlarin hepsine ayni sozleri soyleyen, ayni tarz mektuplar yazan, ayni msn’i forward eden bir yaraticilik fukarasi adam, bu kadar goz yasini hak ediyor mu bilmiyorum..

Bildigim, benim askla ilgili hic bir hazir cumlemin olmayisi.. Aklima hicbir sey gelmiyor.. Televizyonda, biten her askin ardindan, “artik kendimi isime verecegim” dediklerini hatirliyorum unlu insanlarin.. "Uzulmeyin, kendinizi isinize verirsiniz bir sure" diyorum.. Gozyaslari artiyor iyice.. Baltayi hem de fena tasa vuruyorum.. Cunku hem kucuk bey, hem de “oburleri” ayni is yerindeler..

Iste o anda, yaraticiligim, gok yuzune vuruyor ve hayatimin ask uzerine acilen bulunmus tek cumlesini soyluyorum.. “biten bir askin guzel tarafi, birgun bir yerlerde baska bir askin baslayacaginin kesin olmasidir” diyorum..

Hic ise yaramiyor.. O agliyor, Tommaso hala telefonda konusuyor.. Ben konyagimi iciyorum.. Bu bir film olsaydi, fondan Adriano Celentano’nun sesini duyardik diye dusunup gulumsuyorum.. Tommaso masaya donuyor.. “Kusura bakma, kiz arkadasimdan ayrildim su anda” diyor.. Hemen cantamdan kalan son mendili cikartiyorum.. “Lutfen icerde bir yerlerde agla” diyorum.. “Deli misin, niye aglayayim ki”.. diyor..

Deli miyim..? Aglayacak ne var ki? “Biten bir askin en guzel tarafi, birgun bir yerlerde baska bir askin baslayacaginin kesin olmasidir” diyorum.. Eger coktan baslamamissa..

Bugunlerde canim hicbirsey uzerine dusunmek istemiyor.. Gercekten istemiyor ama.. Gazete okumak, film izlemek, haberleri, dunyayi, savasi dusunmek istemiyor.. Bugunlerde, kis gunesinin, kahvemin, konyagimin, cantamdaki yeni kitabin, sag elimdeki hafifligin, lap top'umu evde birakarak bir yerlere gidebilmenin rahatligini, icinde oldugum anin, iste tam da bu anin keyfini yasamak istiyorum o kadar..

Ellerimi bana yaklasan sobaya dogru uzatiyorum... Gulumsuyorum...



31/I/2009’Roma
PS: sarki sozlerinin kotu cevirisi icin kusura bakmayin.. Bu saatte bu kadar oluyormus.. hele de ceviren, asktan soz etmeyi bilmeyen bir kadinsa..















25 Ocak 2009 Pazar

BUTUN OYUNLARIN BUTUN KAHRAMANLARI..!





Sevgili Meripoint beni mimlemis..

Bilgisayarimdaki 4 dosyanin, 4.fotografi..

2004 yili.. Bir maskeli balo..

Subat ayi olmali..Karnaval donemi..

Gercek hayatta maske takmayi beceremedigimden, olmadigim gibi davranamadigimdan midir nedir, maskeli balolari cok severim..

Gunler oncesinden baslarim kiyafet aramaya..

Bu Ispanyol en sevdigim kiyafet degildi ama "yasamin rengi" odulu almistim..

Yanimdaki balik ise, en orjinal giysi odulu almisti..

Ben encok Merlin buyucusunun sevgilisi Ginevra kiyafeti giydigim zaman mutlu olmustum.. sevgilim de Merlin buyucusu idi dogal olarak..

Bu yil, kenari kirilmis bir nar, ucu yanik asker mektubu, kursun kalem filan olmak istiyor canim..


Bu unuttugum fotografa bakarak, maskeleri dusunurken , Murathan Mungan'in siiri geldi aklima.. Bu kadarini hatirliyorum ve bununla size iyi pazarlar diliyorum..


BUTUN OYUNLARIN BUTUN KAHRAMANLARI..

BIR BUYUK HARFIN ESIGINDEYIZ..

ISTE MASKELERINIZ..!
-
-
-
p.s.Zucchero'yu dinlemeye devam..
-
Hayal ediyorum,
iyi birseyler
senin gibi
dunyami aydinlatacak iyi bir seyler..
-
gercek birseylere,
ihtiyacim var..
tam da senin gibi..
gokyuzunu aydinlatsin diye
*
diyor....


Bu mimi, sevgili Funda'ya yolluyorum.. bu sabah ki yazisinin cok icimi sizlatip, gozlerimi doldurdugunu ekleyerek..


25/I/2009' Roma




22 Ocak 2009 Perşembe

MUTFAKTAKI YAKISIKLI (1)

Birdenbire kar yagmaya basliyor.. O inanilmaz sessizlik cokmeye basliyor Or-an sehrine.. “aa nasil donecegiz eve simdi “ diyorlar konuklarim, “bosverin” diyorum.. “ burada kalirsiniz, nasilsa yarin tatil, pijama partisi yapariz bu gece”.. Cumartesi gunlerinin is gunu olmadigi mutlu yillardayim daha.. Ankara’dayim..

Telefon caliyor.. Ariyan Nuri.. “Gelebilirmiyim ?” diye soruyor.. “Elbette gelirsin diyorum.. Hem su boregi var, kek, corek, mercimekli kofte ne istersen.. Universiteden “kizlar” bendeler.. Yemege kalmak istersen, uydururuz birseyler, benim evimde ac kalinmaz biliyorsun..”diyorum “Biliyorum” diyor..

“Kizlar, caylarinizi tazeliyeyim mi, yoksa kahve mi iceriz birer tane?” diye soruyorum.. O gunu, ustumdeki elbiseye, boynumdaki kolyeye kadar hatirliyorum ama niye toplandigimiz hakkinda pek bir fikrim yok.. Birsey kutlamiyoruz, 5 cayi adetimiz pek yok.. Ama cok keyifli bir ogleden sonra oldugu kalmis aklimda.. Dunya sorunlarini elege koyup eliyoruz.. Gunlerden, yasamdan, evliliklerden, Italya’dan konusuyoruz.. Ben Antonio ile nisanliyim o siralar..

Kahveleri yaparken kapi caliniyor.. Genc asistanlardan biri acmaya gidiyor.. Sonra bir sessizlik oluyor.. Bu sessizlik uzayinca elimde kahve tepsisiyle mutfaktan cikiyorum.. Nuri, ustunde deve tuyu rengi bir palto, kahverengi kazagi, pantolonu, kulagindaki minicik pirlanta kupesi, sag elinde dev bir kesekagidi ve icinden tasan pirasalar, maydanozlar ile kapida duruyor.. Karsisinda da Berna, yanaklari pembe pembe, yuzunde cok sevimli bir gulumseme ile hani neredeyse buyulenmis gibi ona bakiyor.. Nuri, o kadar hos ki, kapima gelmis bir arkadastan cok, bir dergideki reklam sayfasi gibi gozukuyor.. Beynim bu goruntuyu, hic silinmeyecekler listesine kaydediyor.. “gelsene iceri” diyorum.. Berna kahveleri elimden alip, gerisin geri mutfaga donuyor saskinlikla.. Nuri wok tavasini almak uzere arabasina...

“Aayyyyyyyyy.. Mehtap ablaaaaa, arkadasiniz cok yakisikli.. Aman Tanrim, nefesim kesildi valla” diyor Berna.. “Oyledir” diyorum.. “hem yakisiklidir, hem de cok adam gibi bir adamdir.. Ve de evlidir” .. Berna’nin ayak uzeri yedigi vurguna gulusuyoruz bir sure.. Nuri geri geliyor.. Ona da bir kahve yapiyorum.. Pek konusmuyor.. Kizlar yavas yavas gidiyorlar.. Ben mutfagi toparliyorum.. Nuri, “sana cin yemegi yapacagim bu aksam” diyor..” Tamam” diyorum.. Mecburi hizmet yillarindan kalma kucuk sandalyeme oturuyorum.. Getirdiklerini bir bir cikartip tezgahin uzerine yerlestiriyor.. “Baska gelecek var mi,?” diye soruyorum, esini de kastetederek “Ben haber vermedim, sen ara istersen” diyor.. “Tamam, arayalim bizimkileri” diyorum.. “Bizimkiler”, yakin arkadaslarimiz, ayni dili konustugumuz, dunyaya ayni yonden baktigimiz insanlar..

Nuri butun keyifsiz insanlarin zorlanmis dikkatiyle sebzeleri ayikliyor, dogruyor, hazirliklarini yapiyor.. O anlatmiyor niye keyifsiz oldugunu, ben sormuyorum.. Kirmizi sarabim elimde konusuyorum.. Havadan, sudan, universiteden, politikadan, herseyden.. Sonra, o anlatiyor ne olup bittigini kendiliginden.. Siradan bulutlar bunlar.. O kadar da onemli degiller ama can yakiyorlar..Dur bak, sana Cezmi Ersoz’un bir cumlesini okuyayim diyorum.. Nerdeyse butun kitabi okuyorum.. Sonra bir an geliyor.. Ona bir fotografa bakar gibi bakiyorum ve “yemek yapmak sana cok yakisiyor” diyorum.. Gulumsuyor.. “Iyi geldi burada olmak” diyor..

Galiba iste o gun, iyi yemek yapmanin herkes icin onemli olduguna, yemek pisiren bir erkekse, bunun ozellikle bazi kulturlerde bir insan kalitesi olduguna karar veriyorum ben.. Galiba o gun, iyi yemek yapan erkekleri, hayatta ayri bir yere koymaya basliyorum.. Galiba o gun, insanin yaptigi seye yakismasi gibi, kolay aciklanamiyacak bir kavram olusturuyorum ve buna butun kalbimle inaniyorum..

Yemek yapan cok erkek taniyorum.. Evlerine yemege cagrildigimizda, butun yemekleri pisiren esleri var arkadaslarimin.. Ama benim dedigim baska bir sey.. Yani sarimsagi, kekigi, domatesi birbirine karistirinca, “harika makarna sosu” yaptigina inanan, baligi aliminyum kagida koyup firina verince, deniz urunleri uzmani kesilen, hasbel kader ac kalmamayi, sizi de ac birakmamayi basaran erkekler degil soz ettiklerim.. Hele arkalarindan yemek pisirdikleri mutfaga, ancak itfaiye yardimi ile girebileceginiz, hijyen karsitlari hic degil..

Benim dedigim bir fotograf.. Alisveris torbalarini yere koymayan, ise baslamadan once giysilerinin kollarini sivayan, komik degil, “cool” mutfak onlugu kullanan, ickisi her neyse tezgahin uzerinde, guzel bir muzik acik, keyif yaparak yemek pisiren, neyin neye yakisacagini bilen, bir yemek plani yapabilen, makarnayi soguk sudan gecirmeyen, salatayi iyi yikayan, guzel sofralar kurmayi bilen, pecetenin rengini masa ortusune uygun secen, masaya samdan degil, mum koyan, ekmegi ince ince dilimleyen, tabak canak almayi bilen, peynir isimlerini sayabilen, salata sosunu hazir almayan, alisveris yaparken son kullanma tarihlerine bakan, koylu pazarlarinin adini, yerini bilen, taaa oralara gitmeye usenmeyen bir erkek fotografi benimki..

Bu yaziyi yazmadan once internette soyle bir dolastim.. Siz de bakin.. Ornegin Rocky Fino’ya gore, “kadinlar ne pisirdiginizle degil, bir erkegin yemek pisirmesi dusuncesi ile ilgilidirler ve pisirdiginizin iyi ya da kotu olup olmadigini bile farkedemezler..” Siz soyler misiniz icinizden, yoksa ben hepimiz adina soyle nazik bir “hadi ordan sen de” diyeyim mi.. ?


*Devam edecek......


*


( zucchero'nun en sevdigim sarkilarini yukledim... Yaziyi bosverip, sarkilari dinleyin isterseniz..)


Roma’ 22/I/2009

19 Ocak 2009 Pazartesi

BILIYORUM...


Gelirim demiştim ben giderken..
Geldim iste..
Bazen uğrayıp okuyordum sizleri..
Hepinize teşekkür ediyorum.. Hiç birbirimizi görmeden tanımadan, beni arkadaşiniz hissettirdiğiniz, özlediğinize, merak ettiğinize dair mailler yolladığınız, sınavdan önce şans dilediğiniz ve benim için dua ettiğiniz için..
Hepsi çok ise yaradılar.. Tam istedigim gibi gecti hersey..
Burcu hayatla ilgili kontratlarımı soruyordu, "değiştirmek istediğim birşey varmı ?" diye.. Dün gece sınavdan sonra hala kanımda yüksek doz adrenalın, boynumda sahte incilerim, elimde kırmızı şarabim, haftalardır yaşadığım gerginlikten yorgun, öylesine otururken koltukta, düşünüyordum.. Sadece sevgili Burcu sorduğu için değil.. Hayatımın hesabını yapmam ve artık yeni kararlar vermem gereken bir ana ulaştığım için..

Bugüne kadar ne yapmışsam, hepsini yine yapardım gibi geliyor bana.. Keskelerim yok, yanlışlarım olsa da.. Yaşadığım, seçtiğim herşey beni bugüne getirdi.. Olduğum yerden mutluyum.. Sahip olduklarımdan da.. Olamadıklarım için ise üzülmüyorum..

Keşke dediğim şeyler daha çok karakterimle ilgili..
Keşke daha az köşeleri olan bir insan olsaydım.. Bu kadar çok kırmaz, kırılmazdım belki de..
Özür dilemekten korkmayan, özür dilendiğinde artık sorgulamayan ve kabul eden..
Keşke unutmayı hatırlasaydım.. Yormazdım kendimi belki de bu kadar..
Bu kadar keskin kararlar verebilecek kadar cesur olmasaydım keşke..
Kabullenmiş gibi gözüktüğüm “kabullenemediklerimi” hiç sabretmeden reddedebilseydim.. Olmaz öyle şey diyebilseydim..
Bu kadar çok, bu kadar çabuk inanmasaydım insanlara..
Eleştirilmeyi, kaybetmeyi daha kolay kabullenseydim..
İçimdeki o çok komik, o çok yaramaz beni, biraz daha sık serbest bırakabilseydim.
Daha kolay olurdu yaşamak belki..

Ama yaşam bir evrim.. Yani yaşıyorsam değişiyorumdur mutlaka.. İyi yönde değişen şeyler vardır, kötü yöne doğru yol değiştirenler de.. Değişmeyen tek şey değişmektir diye yazıyorlar felsefe kitapları..

Bakmaya çalışıyorum kendi içime.. Dürüstçe.... Bugün hayatla yaptığım kontrattan ve yaşadıklarımdan mutluyum..

Keşke baba ocağından, ana kucağından uzaklaşmasaydım dediğim, hayatın bana zor geldiği anlarda, oğlumun o kocaman gözlerine bakıyorum.. sinav sonucu icin bana bir torba bilye, iki kocaman opucuk ve kendi masal kitabini armagan eden ogluma..
Herşey ben ona ulaşayım diye programlanmıştı..

Biliyorum..

19/I/2009’Roma