Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

29 Nisan 2010 Perşembe

ANNE...

Aksam yemegini hazirlamak icin mutfaktayim. Bir yandan Federico’nun son gunlerdeki tercihi olan mantar corbasini pisiriyorum, bir yandan da TV’deki haberlere kulak kabartiyorum...
.
Gencecik oglunu bir saldirida kaybeden bir annenin feryadi doluyor evin icine... Odasinda sessiz sedasiz oynayan Federico, salona kosuyor, “ne olmus anne, ne diyorlar, niye agliyorlar ?” diye soruyor... “Dinlemiyordum, mutfaktaydim” diyorum, “hadi gel bana yardim et”...

Aklima, sonbaharda oglunu kaybeden hemsiremin, artik hic gulmeyen yuzu ve donuk bakislari geliyor. Kalem ararken actigim cekmeceden gizli gizli okudugu kitabi buldugumda, kalbime saplanan bicagin acisini duyuyorum tekrar... Kitabin onsozunde, “bir evlat kaybedilince, onunla birlikte bir gecmis degil, gelecek te kaybedilir” yaziyor...
.
Beyaz masa ortusunu yayiyorum. Uzerine ucuk sari cicekli servisleri, saplari sari papatyali catal kasiklari, sonra tabaklari diziyorum, yanlarina hepsinin ayagi ayri renkli, yuksek bardaklar, Federico’ya dore, Antonio’ya mavi, bana da acik yesil olani koyuyorum... Renkli peceteler, ekmek sepeti, corba kaseleri, kahve degirmeni karabiberlik, surahi hergunku yerlerini aliyorlar masada...
Tv’de reklamlar basliyor... Yaklasan anneler gununu hatirlatiyorlar, hediyemizi secelim unutmayalim diye birbirinden hos uyarilarda bulunuyorlar...
.
Bir kadinin sarkisi var fonda, reklamlardan birinde... “Bir tek annem olsun, bana bir sey olmaz” diyor sarkida...
.






















Anneligi, kadinligi, yemek, temizlik yapmaya, ufak el aletlerine, parfumlere, tek taslara kilitleyen zihniyet, cok hos, cok yakisikli, bakimli erkek figurleriyle beynimize doluyor, Bu hos erkeklerin yaninda da, ana babasini uzecegine asla ihtimal vermeyeceginiz, dunya tatlisi, hep sinif birincisi, terbiyeli ve sevimli gulusleriyle her yastan cocuklar ya bir buzdolabinin basinda, ya camasir makinesinin etrafinda, ya da 1000 saat calissa bile yuzunde yorgunluk izi olmayan babanin kullandigi arabanin arka koltugundalar...
.
O urunleri alinca siz de o dunyaya terfi ediyorsunuz... Oylesine bir dunyanin parcasi, o guzelim evin hanimi, o harika erkegin kadini, o cocuklar gibi cocuklarin annesi oluyorsunuz...

.


Oyle guzellesiyorsunuz birden, saciniz basiniz hep yapili, vucudunuz hep oyle guzel, yuzunuzde hep o isiltili gulumseme...
.
Ertesi sabah uyaniyorum erkenden... Sutlu kahve hazirliyorum kendime, koltukta pijamalarimla oturuyorum... Kaplumbagaligim ustumde, hic acelem yok...

.
Gecenin haberleri tekrarlaniyor Tv’de... Yine o aci dolu ciglik, o agit doluyor kulaklarima, 1 hafta once kardesinin dugununde oynayan gencecik bir adamin goruntusu ile birlikte... Yuregim aciyor artik siradanlasan bu haberlere, icim sizliyor...
.
Hazirlanip cikiyorum evden... Yolun sol tarafindaki bill boardlarin tumunde, Gucci’nin gozluk reklamlari var, anneler gunu icin... Biraz ilerde, Cartier’in parfumu... Supermarketin camlarina kocaman kirmizi kalpler asilmis, armaganinizi bizden alin diyorlar...
.
Nasil anlatirsiniz simdi, oglunun arkasindan baka kalan o anneye anneler gununu... ?
.
Neyle susturursunuz yuregini, hem de tam cocuk bayraminda annesini kaybeden, acisini 45 yil sonra “kossan yetisemezsin, bagirsan sesini duymaz, aglasan kimin umurunda*” diye yazan, bugun bile kayan yildiz gorurum korkusuyla gokyuzune bakamayan Mehmet’in...?

.
Karisi, hayattaki tek sevgilisi, cocuklarinin dogum gununde pasta almaya cikip, bir daha donemiyen dunyalar guzeli o annenin yoklugunun yarattigi aciyi icinde bogup, kizina hem annelik hem babalik yapan Ahmet nasil kutlasin istersiniz bu yil anneler gununu?


Hangi hediyeyle gonullerini alirsiniz, vatan borcunu oderken evlatlarini kaybeden aci dolu kadinlarin..?

Berrin’e nasil anlatirsiniz, encok ihtiyac duyulan bir anda, kimsenin yaninda aglamadan kaybedilen annenin o gunku yoklugunu...?
.
Alessandra’ya kaderden bahsetseniz, yuzundeki donukluga, o bos bakislara hayat katabilir misiniz bir daha?
.
Calistigim hastanenin, cocuk birakma kutusuna bebegini birakip giden kimbilir o hangi anneye, 20 yil once Ankara’da, karli bir gunde hastanenin cop bidonuna birakilan o bebege nasil tarif edersiniz anneler gununu...?

Hangi yuzukle, hangi buzdolabiyle, hangi seyahatle , hangi parfumle, hangi markali esarpla, hangi kolyeyle gonulerini alirsiniz anneler gununde, her yastan kinasiz kuzularin ya da kuzulari ellerinden kayip gitmis analarin..?
.

Nasil anlatirsiniz...?
.
Anneniz yaninizdaysa, cocuklarinizin kollari boynunuzdaysa, sessizce sukredin hergun...

Bosverin, o gun birsey gunu olmasin...
.
Gunun ne oldugu, ayin kaci oldugu, hangi mevsimde oldugunuzun hic onemi olmasin... Uzakta da olsalar, golgeleri olsun hayatinizda...

Olabildiginiz kadar evlat olun, olabileceginizden daha cok ana... Beklemeyin anneler gununu filan...
.
Sukredin varliklarina... Olsun varsin; ne verecek, ne alacak bir armagan olsun ortalikta...
.

Anasiz kuzularla, kinali kuzularini kaybetmis analari dusunun... Bildiginiz, konustugunuz dillerde onlarin acilarini hafifletebilecek cumleler kurabiliyorsaniz, soyleyin...
.
Yoksa eger oyle bir cumle, bu seferlik sessizce kutlayin anneler gununu...

.
Sukrederek sadece...
.

.
.

*Canlarina Degsin, Mehmet Sarac (Everest Yayinlari, 2009)

30 Nisan 2010’Roma

22 Nisan 2010 Perşembe

VAR MI BUNDAN BASKA BIR DUNYANIZ?


Colosseum’un tam altindaki kucuk meydanda minicik bir sandalyede oturuyorum... Hemen sagimda, portatif bir masanin uzerindeki saksilarda ortancalar dizili... Aileleri tarafindan kotu davranilan cocuklarin bir kacis yolu olan mavi telefon icin duzenlenen bir kampanyaya, Federico’nun izci grubu, cicek satarak ve bagis toplayarak katiliyor.

Yol gosterici kurt Akela bana, “esiniz bugun sizin de bize katilacaginizi soyledi, cok memnun olduk” diyor... Bir anda sabah icin yapilan butun program suya dusuyor, yuruyusler, gunes altinda icilmesi planlanan kahveler, antika pazarinda vintage canta ve gozluk arama hesaplari, Kiymet’in yolladigi o guzelim mercan kupelere uygun ruj alma programi, spora gitmeler filan iptal oluyor ve koca grubun icinde bu anne, kendini Colosseum’un altinda cicek satarken buluyor...


Izci grubu, orman hayvanlarindan olusuyor. Anne oyle duvarin uzerinde kendi kendine otururken, Akela, butun kucuk hayvanlari ve yavru kurtlari etrafina toplayip kisa bir konusma yapiyor. Sonra ellerini cirpiyor ve beni davet ediyor. “Bugun bir konugumuz var ve umarim bu durum kalici olur”,diyerek “kaplumbaga Oo-Oo” diye beni cocuklara takdim ediyor...
.
Bayiliyorum bu duruma... Ben, tam da yavaslamak isterken, ama bu yavaslamanin tembellikten farkli bir yavaslama olmasini arzu ederken, baska hangi hayvana donusebilirdim ki zaten diyorum... Ismimi de cok seviyorum ve gunesin altinda daha da bir keyifle bakiyorum etrafima... Federico bana “anne” diye seslendikce, obur cocuklar, “Oo-Oo” diyeceksin diye duzeltiyorlar...
Ben Colosseum’a bakiyorum... Yorgun ihtisamina... Binlerce kitapta, binlerce albumde, binlerce anidaki tek tarafli ev sahipligine ve konukluguna...


Dunyadan gelinmis, gecilmis ve arkada birakilmis hersey... Simdi yeni gelenler ve gecmekte olanlar gelip bakiyorlar ve kimbilir onlardan geriye neler kalacak diye dusunuyorum...
Cop yiginlari mi, elektronik esya mezarliklari, eski araba daglari, plastik sise meydanlari mi? Heryil iclerinde yasayan bortu boceklerle yakilan ormanlarin kulleri mi kalacak geriye... Kuruyan akarsularin taslari mi? Radioaktif dalgalar, elektromagnetik ruzgarlar, asit yagmurlari mi?
Kalacak mi bizden birseyler geriye diye dusunuyorum?
Bugun “yeryuzu gunu”... Turkiye bugunu “Dunya gunu” olarak kabul ediyor ve bogaz koprusunun isiklarini sondurerek katilacak etkinliklere... WWF’in onayak oldugu isik sondurme eylemine, Roma Ask Cesmesi’nin (Fontana di Trevi) isiklarini, Genova, akvaryumun, Torino, Sforzesco Kalesi’nin, Paris Eyfel kulesi’nin, Pekin Sakli Sehrin, Kahire, Piramid’lerin isiklarini sondurerek katilacaklar diger 4000 sehirle birlikte.



1970 yilinda senator Gaylord nelson’un cagrisina uyan 20 milyon Amerika’linin baslattigi, bugun 175 ulkenin katildigi bu hareketi, daha baska bir cogunun oldugu gibi, havanda su dovmek olarak gorebilirsiniz, ya da yaklasik 35 milyon eco-hareketci ile gunluk yasaminizdan bir bag kurup, artiklarin geri kazanilmasi icin cop ayirmak, bir agaccik olsun dikmek, su ve elektrik tuketiminizi basit ama sonuc veren onlemler ile en aza indirgemek, faturalarinizi on-line odemek, temizlik icin ekolojik ve az miktarda deterjan tuketmek, tuketme arzunuza biraz gem vurmaya calismak gibi akilli davranislara katilabilirsiniz...
.
Bundan baska bir dunyaniz var mi yedekte?
.
“Batsin bu dunya” diye sarkilar soylerken, tek yonlu gidis biletinizi nereye aldiniz? Bu dunyanin dibi kavanoz da, obur dunyalarda, mor kadifeler mi serili ? Dunya bu kadar yalan da, siz cok mu dogrusunuz?
.
Hic mi vefa borcunuz yok bu soguyan ates kutlesine, milyonlarca yildir yasami barindirdigi icin uzerinde...? Hic mi sucluluk duygusu yok yureginizde, bu kadar arsizca tukettiginiz, tukettirdiginiz, seyirci kaldiginiz icin yok olup gitmesine...?

Metroda donerken, Federico, bir Rus turistin verdigi 1 para avucunda, basini omuzuma dayiyor... “Artik sana anne diyebilir miyim ?” diye soruyor? Karmakarisik saclarindan opuyorum onu... Ikimiz de yorgunuz...
Kucucuk yavru kurt, kaplumbaga Oo-Oo’nun omuzunda uyuyakaliyor...

Gozlerimizin onunden dunyanin insanlari gecmis, tarihin en eskilerine bakmisiz ve bugun icin, simdi icin yardim istemisiz insanlardan, tarihin onunde durup, samimiyetle...

“Ah Dunya” diyorum icimden, “Ah Dunya”... Biz geciyoruz ama galiba sen de geciyorsun iste...
“El vurup yaremi incitme tabip” diyor...
Incitmem diyorum...
Incitemem...

22 Nisan 2010’Roma