Mutfak penceresinden disariya bakiyoruz... Bak yapraklar dokulmeye basladilar bile diyorum, belki degisik renklerde toplayip bana getirirsin birkac tane... Burnunu cekiyor.. Hava cok sicak.. Cok nemli.. Cok yapis yapis... Ama ruzgar var.. Gunes gokyuzunde ama, gokyuzu grimsi...
Anne bu mevsimin adi ne diyor.. Bu mevsimin adi Roma diyorum..

28 Nisan 2011 Perşembe

MEA MAXIMA CULPA...



Baharın suçu değil... Zaten bir naz bir niyaz; yağıyor, gürlüyor, esiyor yüzünü göstermeye pek te niyeti yok daha...

Eve gelen 3 adet günlük gazetenin, son bir yıldır isteyerek gözlerimi kapattığım sosyo politik olayları düşünmeye zorlamasının,

En korku veren olayları anlattıktan hemen sonra, herkesin şakır şakır oynadığı televizyon programlarının, kendi tarihini 'ondan esinlenmiş' dizilerden öğrenmeyi kabullenmiş birçok arkadaşımın da hiç ama hiç suçu yok...

Babamın klavyesini çözemediğim bilgisayarı ne yapsın bana... Yavaşlığı yüzünden onca azarı Federico'dan duyduğu yetmiştir çoktan...

Hatice, benim canım arkadaşım doğum gününü hastanede kutlayıp, sessizce gittiğinde yüreğime saplanan acı ellerimi bağladı mı diyeyim... Demem... İnanamadiğım bu gidişe kesinlik kazandırır diye...

Ne peş peşe gidilen seyahatlerin suçu, ne uzamış çalışma saatlerinin, ne birikmiş yorgunlukların, ne ana babaya kavuşunca çocukluğa geri dönmelerin...

Siz kusura bakmayın... Mahkeme raporuna fazladan yazılan zavallı 'R' nın de suçu değil, ha blogspot ha blogsport ne fark eder diyecekseniz yine de deyin...

Sadece MEA CULPA... Hem de MEA MAXIMA CULPA...

Beklediniz, merak ettiniz , sabır gösterdiniz. Kusura bakmayın... Cumartesi Roma'ya dönüyorum... Hayatta kaybedilen zamanın telafisi yok ama biz zaten zaman kaybetmedik. Yeniden birlikte devam edeceğiz bu kez böyle aralar vermeden...

Mayıs yeniden başlamak için çok güzel bir ay...

Sevgilerimle...

P.S Bu güzel fotoğraf kısa bir süre sonra hem öyküsünü okuyacağımız hem de çok özel bır nedenle konuğum olacak sevgili Seda'dan..

28 Nısan 2011' Türkiye




15 Nisan 2011 Cuma

DEV ADAM... HIDAYET TURKOGLU...

Mehtap'cim, centilmen,efendi,friendly. . Isminden belli. Oyle olmamasina imkan var mi???? Ismi HIdayet...
.

Tam bir sporcu.


Can'la fotografini cektikten sonra "sizinle gurur duyuyoruz" dedim. Gercekten de oyle. .


Butun maclarina gitmeyi en az Can kadar biz de istiyoruz. .


Elimize de kocaman bir pano yapicam. "Senin icin burdayiz" diye... Her macta bakicak biz ordayiz...


diyor Gulcin mektubunda... .


Hidayet... . Babamin adasi... . 2 metre 8 santimlik, 100 kiloluk bir dev... . Orlando magic, NBA'in yildizlarindan..


Devligi cussesinden degil...


Devligi caliskanligindan, azminden, mutevaziliginden...


Hala gulumsuyormus Can mutluluktan...


..............


Yeniden bulusmak icin, ne guzel bir vesile degil mi ? .


Hepinize yeniden merhaba... . hesaplanmamis bu ayrilik icin kusura bakmayin... Hic olmamis gibi yapalim, bir de su bloglar acilsa artik, neler anlatacagim neler... .


15 Nisan 2010' Roma

1 Nisan 2011 Cuma

*HAYAT GELISMISLERI SEVER...


“Siz de benim gibi arka kapağında “Hayatınız değişecek” yazan pek çok kitap okudunuz veya “Hayatınızda olan değişikliklere inanamayacaksınız” diye lanse edilen pek çok eğitim aldınız; ama hiçbir şey değişmedi değil mi? Üzülmeyin, yalnız değilsiniz... Hayatlarımızda yolunda gitmeyen şeyler olduğunda, sıkıntılı dönemler yaşadığımızda ya da “iyi güzel de, şöyle şöyle de olsa” deyip bir şeyler geliştirmek, değiştirmek ve çıtayı yükseltmek istediğimizde hep bir şeylere tutunmak istiyoruz. “şöyle sihirli bir değnek olsa da hooop diye düzelse olup biten” diyoruz. Kitaplar okuyor ve eğitimlere gidiyoruz. Peki sonra ne mi oluyor? Gelin anlatayım...”

diyor Cigdem kitabinda…

Onu taniyorsunuz zaten… Daha once pek cok kere ondan soz ettim, Bize hayattan bahsettigi "Ben Gorundugumden Daha Fazlasisiyim" isimli cok guzel bir blogu, Mutluluk Projesi Grubu diye bir yahoo grubu simdilerde bir de “Hayat Gelismisleri Sever” isimli bir kitabi var…

Kisisel gelisim konusunda cok onemli calismalar yapmis, Turkiye’de sadece onda olan dereceler almis, cok ozel bir insan… Olumlu, insancil, sevgi dolu…

Belki bildigimiz, ama uygulamaya gelince yolumuzu kaybettigimiz seyleri anlatiyor bize, kendinden ve ailesinden de bahsederek…

“Kimse okumazsa ben okurum” demediğim, bilakis “okuyanın hayatına dokunması”nı dilediğim bir kitap oldu, diye yazmis bana mesajinda… Okuyanin hayatina dokunmasi dilenen bir kitap…


Ne guzel bir dilek degil mi? Bakin nasil basliyor kitap, nasil sariveriyor insani okumak istegi… .............................................................................................................................................................. Başlarken...

Cep telefonum bipleyip de ekranında “Blogdan dinledim, gayet güzel olmuş; yürü be durmak yok, yola devam” mesajını gördüğümde “canım kardeşim” diye geçirdim içimden. Yaptığım radyo programını dinlemiş ve beğenisini benimle paylaşıyordu. İnsanın kardeşinin olması çok başka bir şey... Küçüklükten itibaren aynı evin içinde büyüyüp onca yaşananı paylaşmak, kelimenin tam anlamıyla birlikte gülüp birlikte ağlamak başka bir şey. Ve ben kardeşlerimi çok seviyorum...

Aynı gün bir de e-posta mesajı geldi: “Çiğdem Hanım, yazdıklarınızı ilgiyle takip ediyorum, bunları şöyle derli toplu bulabileceğimiz bir kitabınız var mı, hani şöyle hep el altında tutulabilecek bir kitap?”

Kitap mı, ne kitabı, ben pek severim yazmayı da kitap nasıl yazarım ki... Hem öyle kolay bir şey mi kitap yazmak, bunun kuralı filan yok mu, hele bir de imla kuralları var... Tamam, lisede kompozisyondan hep 10 alırdım, çok da güzel başlıklar atardım yazdıklarıma ama bu kompozisyon sınavı değil ki!.. Koca bir kitaptan söz ediyorlar, o kadar çok şeyi nasıl yazarım? Yazabilir miyim yoksa hani her gün 1 sayfa yazsam 1 yılda nereden bakılsa 200 sayfalık bir kitap ortaya çıkabilir. İyi de eli yüzü düzgün olması lazım bir de...

Yazabilirim galiba yaa... Hem yazanlar nasıl yazıyor... Kendi kurallarıma göre yazarım, blogdaki gibi, radyoda konuşur gibi... Ama ya beğenmezlerse... Yok canım beğenirler, o kadar mesaj gönderiyorlar “yazdıklarınız çok güzel, keşke kitap haline getirseniz” diye...

“Olur mu olmaz mı, yapabilir miyim?” düşünceleri kafamda dolanırken bir de kitaplar okuyup “Ben de yazarım canım bu kadarını, ne var ki?” havalarına girmeye başladığımı fark ettim. Bakın işte bu farkındalıklar güzel oluyor, “O zaman yaz” derler adama; hala yazamıyorsan da kendinle yüzleşmeye başlarsın, “Niye yazamıyorum, beni yazmaktan alıkoyan ne; galiba başarısızlık korkusu, ah ben tanıyorum bu duyguyu, hani fen lisesi sınavını kazanamayınca yaşadığım duygunun aynısı...”

İşte böyle böyle derken kitabın müsveddesi de oluşmaya başladı... Hedeflediğimden biraz uzun zaman aldı ve bir gün “Bir kitap yazdım” diye mesaj attım bir yayınevine. Sonrasında bir dizi yazışma, telefon görüşmesi, düzeltmeler ve değişikliklerin ardından daha fikri bile yokken adı konmuş olan sevgili kitabım ortaya çıktı.

Kitap Türkçe dersinde öğrendiğimiz gibi 3 bölümden oluşuyor: Giriş, gelişme ve sonuç...J Giriş bölümünde ailemi, yetiştiğim koşulları anlattım. Beni bugüne getiren en temel olaylarla gelişen kitap genel kuralın aksine en uzun bölümle sonuçlanıyor. Sonuç bölümü, büyük kısmı kişisel gelişimimizin en can alıcı konularını, can alıcı noktalarıyla toparladığım blog yazılarımdan oluşuyor. O yüzden kitap kendimi anlattığım kısımlara nazaran bu bölümde biraz dil de değiştiriyor, biraz daha “Kişisel gelişin” diyor... ...............................................................................................................................................................


Iste boyle...


Hepinize ve bu vesileyle Cigdem’e kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum… O benim hayatima nasil dokundugunu belki kendisi anlatir birgun…


Guzel bir hafta sonu gecirin, ve kendinizi ucunu kacirdigimiz herseyi yeni bastan cok ama cok ciddi bir sekilde ele alacagimiz bir kac haftaya hazirlayin...

1 Nisan 2011’Roma